16 Temmuz 2025 Çarşamba

we live in time (2024) film incelemesi

Geçenlerde bunu yazıp taslağa kaydetmişim ve göndermeyi unuttum. Aslında başta unuttum da değil spoiler olan kısmı nasıl gizleyebilirim diye html koduyla uğraşıp yapamadığım için erteledim ve sonra gerçekten unuttum dostlar. 

İki gündür hastayım, belki de üç, akşam erken yatıp çok erken uyanıyorum bugün de 3'te uyandım. Umarım birkaç saat daha yatıp uyuyabilirim birazdan. 

Aklıma gelmişken postu düzenleyip göndereyim dedim. Keyifli okumalar :)

--



We Live In Time (2024)

Uzun süredir film izlemiyordum, dün akşam bu filmi izlemeye başladık erkek arkadaşımla ve bugün bitirdik. Film çizgisel ilerlemeden bir çiftin yıllara yayılan yaşamını anlatıyor. Çizgisel olmayan zaman çok karmaşık değil ve bu film için oldukça mantıklı olmuş. Baş etmeye çalıştıkları olaylar ve duygularla gerçekçi bir ilişki portresini 'cheesy' olmadan gerçekçi bir şekilde sunduğunu düşünüyorum. Andrew Garfield ve Florence Pugh oyunculukları başarılıydı. Yalnız filmi seçerken hakkında pek bir şey okumadan seçtiğimiz için bu kadar üzücü olacağını düşünemedim. Muhtemelen bu nedenle tekrar izlemeyeceğim bir film ama romantik ve dram kategorilerini tam olarak karşılıyor. İkimiz de 5 üzerinden 4 yıldız verdik. Bir de ben çok aşırı derecede rahatsız olmadım ama emetofobi tetikleyici çok sahne vardı. Rahatsız olacaklar olabilir. Bunun dışında romantik, hüzünlü bir film arayanlara öneririm.

Aşağısı spoiler efenim:

SPOILER SPOILER SPOILER SPOILER 


 - Film olayları kronolojik anlatmıyor evet ve bunu yaparken seyirciye güvenmeleri bu seçimlerinin etkisini arttırıyor. Yani hayatlarının farklı zamanlarındaki geçişler bir anda oluyor, altyazı veya tarih ya da başka bir şey olmadan. Burada ortamdan veya karakterleri kullanarak o anı zaman çizgisindeki yerine oturtuyoruz. Izlerken bu çok hoşuma giden bir detay oldu. 

- Saç kazıma sahnesi! Florence Pugh gerçekten saçlarını kazıtmak istemiş ve bu olmadan rolün tamamlanmayacağını söylemiş. Gerçekten de çok doğal ve içten bir sahneydi. Bu sahneyi çekmek için sadece bir şanslarının olması teknik ekip için korkutucu olmalı ama tümüyle dozunda ve mükemmel bir sahneydi. 

- Birazcık tuhaf bulduğum bir şey Andrew Garfield'ın sürekli üzgün bir köpek yavrusu gibi bakması olabilir. Bu belki Tobias'ın daha duygusal biri olduğunu yansıtmak için yapılmıştı, duygusal erkek da az rastlanır bir şey ekran da malum ama bazen aşırı olduğunu düşündüm. 

- Benzin istasyonu!! Gerçekten çok stresliydi ve bazen ekrana bakamadım kötü bir şey olacak diye. 

- Bence hastalığı öğrendikten sonraki yumurtalığının birini tutma kararı biraz daha iyi açıklanabilirdi çocuklarla ilgili önceki konuşmalarından sonra diye düşünüyorum. Bu kararın alınma sürecinde yaşadıkları daha iyi işlenebilirdi. 

- Bir de komik bir yorum olacak ama gerçekten bir yumurta kırmak için o kadar çok kaba ihtiyaç var mı bir kabuktan diğerine de ayırıverirsin canım. 

- Ama ne olursa olsun sonuna bayıldım! Kalbimi paramparça etti ama daha iyi bir son düşünemiyorum buz pistindeki sahne haricinde.

25 Haziran 2025 Çarşamba

#2

Hiya!

Ben geldim.

"Düzenli yazacağım" demiştim ama nasıl olduysa bir zaman bulamadım blog yazmak için.

Geçtiğimiz hafta benim için biraz zor geçti. Belirsizlikle baş etmek zor olabiliyor. Bir konuda ne yapacağımı bilemiyordum ve olumsuz haberler alacağımdan endişeliydim. Ama bazı iyi haberler aldım o konuda, yavaş yavaş keyfim yerine gelmeye başladı. Henüz sonuçlanmadı, sonuçlanınca burada da bahsederim mutlaka.

Bu sürede uykularım da bozulmuştu, evden çıkamadım bir süre. Tezimle de ilgilenmediğim için iyice suçluluk duyuyordum. Yine de kendime bakmayı aksatmamaya çalıştım. Uzun süredir ara ara kendi başıma yin yoga yapıyorum. Düzenli diyemem ama benim gibi hobi hoarder biri için kolaj ve crosstitching ile birlikte en uzun süre yapabildiğim hobilerimden biri. Vaktim oldukça da pratiklere katılıyorum. Geçen hafta da çok tatlı bir grupla böyle bir pratiğe katıldım.

Yin yoga, fiziksel olarak beni fazla yormuyor ama zihnimi sakinleştirmeyi başarıyor. Normal yoga akışlarında, yani o hızlı yang pratiklerinde çok zorlanıyorum. Hem bana hızlı geliyor, hem de vücudum henüz o esnekliğe sahip değil. Yani eğilip parmaklarımı ayaklarıma bile değdiremiyorum mesela, bacaklarımın arkasını düz tutup. O yüzden yang pratiklerde bir poza düzgün girmek bile epey çaba gerektiriyor benim için. Yin yogayla tanışana kadar yogayı deneyip deneyip bırakıyordum bu nedenle. 

Yin yogada, özellikle grupla katıldığım pratiklerde daha uzun süre denemeye yer olması hoşuma gidiyor. Kendini zorlamadan, suçlamadan sadece orada olmak. Bu yaklaşımı çok seviyorum. O yüzden her pratikten sonra çok iyi hissediyorum.

Ve fark ettim ki, yogada öğrendiklerimi başka yerlerde de kullanmaya başlamışım. Mesela geçen hafta, yine bir gece bir türlü uyuyamıyordum. Sonra kendime şöyle dedim: "Hadi, -mış gibi yapalım. Yoga pratiği bitiyor şimdi, shavasanadayız."

Shavasana, yoganın sonunda sırt üstü uzandığımız ve tamamen gevşediğimiz bir poz. Tüm pratiğin meyvelerini topluyoruz bir anlamda. Ben de bunu düşündüm. Gözlerimi kapadım, matın üzerindeymişim gibi yaptım. Düşünceler gelip geçti. Bir noktada fark etmeden uyumuşum. Belki bir farkı yok uyuyana kadar gözü kapalı durmaktan ya da koyun saymaktan. Ama ben bir etkisi olduğuna inanmak istiyorum, üstelik ertesi gün çok dinç uyandım. Ondan sonra her gün çok iyi uyudum bir anda uyku düzenim düzeldi demek isterdim ama maalesef. Yine de birkaç az uyku bol işle geçen gün sonrası kendime geldim. Şimdi de biraz günışığı, biraz hareket keyifli hissettiriyor. 

Yani geçtiğimiz günler biraz zordu hep gelip bir şeyler yazmak istedim ama elim gitmedi. Umarım gelecek günler daha sık yazabilirim.  Gitmeden bu aralar en çok dinlediğim şarkıyı bırakmak istedim, belki siz de seversiniz:

 The Marías - No One Noticed (Extended Spanish)

12 Haziran 2025 Perşembe

Yeniden blog yazmak

Birkaç gündür çok tuhaf saatlerde uyuyup çok tuhaf saatlerde uyanıyorum derken dün gece hiç uyumadım. Dolunay uyutmazmış diye de bir şey öğrendim ama yıllara yayılan gece kuşluğumun dolunay ile ilgili olduğunu sanmıyorum. Uyumadım da ne yaptım oturdum nasıl tekrar blog yazabilirim'i araştırdım.

Yazsam yazsam nereye yazsam kaç gündür tüm platformlara bir bahanem var. Wordpress'e alışkın değilim, Wix... bilemiyorum, Substack kullanıyorum ama orada İngilizce yazmayı tercih ederim, Medium çok resmi geliyor ve Instagram blog olarak kullanmak için çok efor istiyor (bence). Asıl istediğim blogspot'a dönmek ama önce tüm seçenekleri elemem gerekti. 

Blogspot için artık öldü, kimse yok kimse yazmıyor diyorlar. Eh, haksız da sayılmazlar tek tek çok eskiden okuduğum blogları aradım son yazılar 2018 ve belki daha eski. Kimi arada girmiş bir şeyler yazmış gitmiş. 

Buraların en renkli zamanlarında düzenli yazmadığım için o kadar kızıyorum ki kendime size anlatamam. Bir tarafım da içten içe dur bekle uzun format yazılara, bloglara geri dönülecek diyor. Ama burada olur mu yoksa hakikaten blogger bitmiş midir emin değilim.

Neyse şikayetlenmeye gelmemiştim aslında. Zaman akıyor ve dilediğimizden belki daha hızlı. Bir şeyleri kaydetmek zorunda hissediyorum. Okurlar hep güzel ve okunduğunu bilmek de öyle. Lakin okur olmasa dahi blogun sağ yanındaki yıl yıl ayrılan arşivi görmek çok güzel olurdu. Çünkü bazen hayatımın ileriki yıllarında neler yaşanacağını tahmin etmekte zorlanıyorum. Sonra geçmişi hatırlıyorum ve 2020'nin 5 yıl önce olması çok saçma geliyor. Tam 6 ay hiçbir yere çıkmamıştık evden. O zaman yazmaya başlasam 5 yıllık bir arşivim olurmuş mesela. Düzenli blog yazmasam da yıllarca yarı düzenli günlük tuttum ve günlüğe yazdığım olayları daha iyi anımsıyorum. Burada da aslında bunu sağlamak amacım, hayatımdan kesitleri bir yerde tutmak, başarabildiğim kadar. Sonrasını zaman gösterecek.

Eğer bu yazıyı okuduysanız ve buralardaysanız lütfen yorum yazın ki ben de sizi ziyaret edebileyim :) 

we live in time (2024) film incelemesi

Geçenlerde bunu yazıp taslağa kaydetmişim ve göndermeyi unuttum. Aslında başta unuttum da değil spoiler olan kısmı nasıl gizleyebilirim diye...